Monday, October 30, 2006

anneannem öldüğümü sanmaya başladı

bugun bi uğradım hastalanmış. beni görünce her zamanki gibi bayılıodu sevincinden. Ama giderken hoşçakal demek için yanına gittiğimde kendi kendine konuşuomuş gibi geldi. babam da vardı. babam oo anne kiminle konuşuyosun diyince ah bi torunum vardı o da gitti öteki tarafa onun ruhana dua okuyodum dedi. Sonra bana dönüp parmağını sallayarak bi tek bundan hayır var bi tek bunndaaan dedi. enteresan deneyimler silsilesi walla.

hehe yorumsuz

Sunday, October 29, 2006

dismissed

çek çek kürekleri sür arabanı. Hayır hayır yanlış bi daha. çek çek kürekleri mavi nehirde çıkar hayatın tadını.

bir kişi daha bana hayatının ne kadar iyi gittiğinden, işini sevdiğinden, mezun olduğundan ya da sevgilisiyle yeni bir eve taşınmayı düşündüğünden bahsederse katliam yaparım, herkesi küçük küçük parçalara ayırır, onları oyun hamuru gibi kullanırım. artan kemiklerle de yap boz oynarım. çok net dimi.

Saturday, October 28, 2006

gece sayıklaması

oley oley underworld 3 geliyormuş. ben de vampir olmak istiyorum ama yalnız başıma olmak istemiyorum. Helsing sensei...

mesela saçımı kısa kesip yeniden siyaha boyatmak da istiyorum. biliyorum biliyorum yapamam.

narutonun mangası da şahaneymiş bu arada. spoiler manyağı bi insan tabiki anime part 2 nun başlamasını bekleyemezdi değil mi.

hala lost u indiremedim. Sayid'i özledim, süper karizmatik bünye. locke da pek şahane ama hakkını yememek lazım.

canım pitch black izlemek istedi şimdi. Bir de fesleğen soslu mozeralla peyniri .

linkol

iki link vericiim. Biri pek sarışın, pek mavi gözlü, pek tasarımcı, pek tatlı ve şu an pek Almanya'da olan Avşar. Avşar'ı çocukken böyle bir yere bırakıyorlarmış, o hiç sesini çıkarmadan orda uslu uslu oynuyormuş. Avşar'ın çocukluk halini gözümde canlandırıp bu bilgi ile birleştirdiğimde içimde sonsuz bir mıncıklama isteği uyanıyor. bi gidin okuyun bakalım neler yazmış.

ikincisi de İstanbul alemlerinin pek zayıflamış, güzelleşmiş, koca gözlü, konuşkan ve Burcu deyimiyle sayko bünyesi. karşılıklı iç döküş seansında pek komik anıları ile güldürmüş, a ben de ben de dedirtmiş bir insandır aynı zamanda kendisi. çok eğlencelidir onu da bi okuyun öneririm. Kendisi ööle aa ben link filan istemem derse silerim yannız, siz de okuduklarınızı unutmak zorunda kalırsınız. Ona göre hazırlayın kendinizi.

Friday, October 27, 2006

anneannem bunama alzheimer arasındaki ince çizgide bir süredir. Gençliğinde çok güzel, çok alımlı, yolda yürürken herkesin dönüp baktığı bir kadınmış. Zaten çocukken de aristokrat bir ailenin küçük prenseslerindenmiş. Sonra bir gün görkemli ahşap köşklerinde yangın çıkmış ve pijamalarıyla sokakta tüm mal varlıklarının, tüm şatafatlarının kül olmasını izlemişler. Sonra fakirlikten dikiş dikmeye başlamış, bu arada sürekli hasta, mızırdanan, sert, asabi ama çok güzel bir kadın olmaya devam etmiş. evlenmiş, kocası ölmüş , sonra başka bir sürü adam ona aşık olmuş filan...tam trajedi. Benim onu ilk hatırladığım zamanlarda da biraz melankolik ve hala sert mizaçlı bir kadındı. Ama şimdi bambaşka bir halde. Hayatta kafasına taktığı hiç birşey yok çünkü hiçbir şeyi üzülmeye başlayacak kadar uzun hatırlamıyor. Şekerim bir söyle bakiim kaç yaşındayım ben diye sorunca, cevabı hep 13 oluyor. aa çık çık diye ısrar edince, 18'e kadar zorla gidip sonra ooo yok daha neler kandırıyorsunuz beni 13 sün işte diyor yüzüme baka baka. annemi de 30 yaşında sanıyor zaten heralde kendini de 50. Evin neresinde olursam oluyim, bir yerde bir açık cam kapı olabileceği, ve ordan benim sırtıma eseceği hayattaki en büyük korkusu. en byük arzusu da okulumu bitirmem, tabiki ben artık ısrar etmiyorum mezun olduğum konusunda. çerçevelenmiş kepli fotoğraflar bile kar etmiyor.

tek bir şey var unutmadığı. ilk kocasından bir hayli zaman sonra aşık olup evlendiği kocası yani benim bildiğim dedem. oraya her gittiğimde, bir insanın nasıl olupta kocasına hala bu kadar aşık olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Gözünü üstünden ayırmıyor, yandaki komşudan kıskanıyor, bir dakika yanından ayrılmıyor şaka gibi. geçen sabah dedem mutfakta onu hüngür hüngür ağlarken bulmuş ve sonunda olay anlaşılmışki alyansını kaybetmiş. delice ağlıyor bunun için. ben elimden bir dakika çıkarmam onu, nereye gitti diye. sonra bulunuyor tabi ve düşmesin diye parmağına bantlıyor alyansını.

ne garip bir şey bu. idrak sınırlarımın dışında sanırım ve asla anlayamayacağım.
hımm..hani sabah güneş doğmadan uyanırsın, şöyle bi salaklaşırsın, saat kaç nerdeyim noluyor faslı geçtikten sonra anlarsınki zamansız bir uyanma içindesin, daha önünde uyumak için bir iki saatin var. Oda soğumuştur ama sen yorganın altında ayaklarını kıpırdatıp, ana rahmi pozisyonuna dönüp, yorganına iyice sarılırsın. ben hep bu anlarda kendi kendime gülümserim ve bunun hayatın en mutlu anlarından biri olduğunu kendime anımsatırım. bugun de hayatın bu süper mutlu anını yaşayabildiğim için tüm gün keyfim yerindeydi. ikinci mutluluğu da sigara almaya çıkmak dışında pijamamı çıkarmak zorunda olmadığım için yaşadım. ayrıca gün içinde 10 cümleden fazla konuşmak zorunda da kalmadım. daha ne işte.

sonra, kısa bir düşünme sürecinin ardından antisosyal kişilik bölünmesi evrelerimden birine girdiğimi keşfettim. biliyorumki bu evreler 2 ile 10 hafta arası sürüyor, kimi zaman kalıcı hasar bırakıyor çünkü hasarların bir kısmını ortadan kaldırmak için fazla üşengeç davranıyorum, gidenler gidiyor kalan sağlar benim oluyor. Böyle böyle eledim zaten, minimalist hayat tarzımı buna borçluyum ehe.

uykusuzluk, yorgunluk ve gürültüye katlanabilme eşiğim her zaman bu kadar düşükmüydü diye düşünürken, Robin Hood zamanlarını anımsadım. O zamanlar robin Hood'un en kalabalık olduğu zamanlardı, içersi vıcık vıcık, cyak ciyak olurdu. Her tarafta böcekler gezer, bazen utanmadan milletin birasına düşerdi. Çok sinir olduğum bir adamın birasına düşmüştü, adam çağırıp birasını değiştirmemi istemiş ama ben inatla değiştirmemiştim. bi de sevdiklerime double shot votka koyardım. hatta o küçük yerde bir gece pogo yapmışlar, fakat bana özel ihtimam gösterip, bira dağıttım her an yolu açmışlar ve ben bu şamatadan hiç rahatsız olmamıştım. Burdan gece 3'te çıkar, pis bir yer vardı neydi adı, zürih ya da madrid emin değilim, dar yüksek 3 4 katlı, 4 e kadar açık oraya giderdik. bizimle beraber Robin'den çıkıp oraya gelenlerle içerdik. sonra ben 5 te eve gider, uyur 9 da derse giderdim. Bir kere bile ay çok yorgunum dediğimi hatırlamıyorum. şimdi bütün gün oturarak yaptığım bir işten çıkınca, evde çalışınca bile çok yoruluyorum. 9 saat uyumazsam ölücek gibi oluyorum. etrafta bağırarak konuşan birisi olunca önce gözlerimi kısarak bakıp, sonra tıslayarak uzaklaşıyorum. yaşlanıyor olamam yok canım. başka birşey bu, büyümek desen o da çok saçma o iş bana ve burcuya pek işlemiyor. nımm ne o zaman acaba. katlanma eşiğin neden zamanla düşüyor böyle. hah tek bir şeye katlanma eşiğin artıyor sanırım, erkeklere. Puf çok sıkıldım senden, çok saçma bi insansın hadi güle güle demek için bir haftayı zor beklerken, şimdi bu yıllar alabiliyor. ne ironik her anlamda daha sıkıcı bir hayatımız var artık.

aslında kadınlar neden çocuk ister konusuna da bir değinmek istiyorum ama şimdi gitmem lazım. yoksa balkabağına dönüşürüm

Friday, October 20, 2006

Quitter

hevesim kaçtı bi kere, artık sevmiyorum blogumu. birilerine hitap etmeyi oldum olası sevmedim zaten neden böyle birşeyi istedim onu da bilemiyorum. Naruto filan anlatırım burda kitaplardan dem vururum demiştim. Sonra aaa bi baktım hep kendimden bahsediyorum.

mesela şimdi sunumumun ne kdar iyi geçtiğini, öncesinde her zamanki gibi kendimi heyecanlandırmak için her şeyi yaptığımı, yine de başladığımda akademik fikir alışverişi hödösünün hele de ben anlatıyorsam ne kadar hoşuma gittiğini farkettiğimi anlatabilirm. sonra science'da yayınlanır bu dye bir şey duyup, biraz geyik bile olsa, ne kadar şahane süper hissettiğimi de anlatabilirim. Sonra hemen akabinde kilit bir başarısızlığımı anlatmaya geçebilirm. tüm yazdığım ödevler, tezler arasında bir tanesinin çok kötü olması ve o bir tanenin de bir başkası için yapılmış olmasına, benim nasıl bir sorumluluk altına girdiğime, bu duruma getiren koşullarla beraber, kendime ve teze feci kızmış olmama, genel bir sinir patlaması haline geçtiğime değinebilirm.

Tabi bir yandan derin bir performans çöküşüyle iş için ultra boktan yazılar yazmaya başladığımı da söyleyebilirm. ay hakkaten bu fena olmadı dediğim bir yazı için YÖ'nün ayh ne biliyim bööle ıı ıh demesini, kendi kendime sen delimisin be kadın nedir bu hırs dediğimi de söylerim nolucakki.

sonra iş gelir futbol maçı izlemeli, pick-uplı, lu vitonlu kutlamalara. bunu kurtarmanın ikinci şansında yaşanan dejavu'ya.

hayatımızda olan herşeyin anlamsız hareketler ve konuşmalar silsilesi olduğuna. ne bok yediğimizden kendimizin bile haberi olmamasına. bugun önemli olan şeylerin yarın çok saçma gözükeceğine filan.

ve sonuçta yazıyı derin bir nefret ve hüzün hissettiğimle kapatabilirm. Çevremdeki herhangibi birşeyin bana yaklaşırken iki kere düşünmesini önerir, hatta mümkünse 10 mertelik çapıma girmemesini de tavsiye ederim.

ne oldu yani annattık bunnarı. Nedir yani.

Tuesday, October 17, 2006

ay ay ellerim titriyor. Beynim büzüşüyor. çok heycanlıyım. Ben sandım ki bu kadar çabuk geçmez bir hafta, geçti walla. Yarın sunum var. Ben şimdi sunum sonrası kutlamaya odaklanmaya çalışıyorum. Gerçi bir sonraki gün iş var ama olsun. kesik kesik hissettiğim için öyle de yazıyorum. ama yarın çok süfer şahane olucam. yaparım ben yaparım gaz bana
cumartesi günü şöyle bir konuşma geçti: "işte bilmemkim öyle fransızca çeviri yapıyordu evden. Ama zaten sadece 6 ay kalmış fransa'da ordan biliyor fransızca. Sonracıma buna hadi gel sen haftda 25 saat çalış burda şirkette zamanını da kendin ayarla demişler. prospektüs manuel gibi şeyler çevirilecek. O da iyi madem demiş çalışmaya başlamış. Bi de 1.700 lira veriyorlarmış. bıdı bıdı bıdı." Ben o anda koptuğum için sonrasını hiç dinleyemedim. Anında benimle dalga geçmeye başladılar zaten "aaa aynı senin gibi bak uehueh" diye. Bu durumda ben de eve gelince yine iş aramaya başladım. bulabilir miyim? Hiç sanmam. Bulamazsam ne olucak? onu da bilemem.

Monday, October 16, 2006

efendim bu haftasonu şunu anladım ki sevgilinin hası, şeker katkısız meyve suyu ve çeşit çeşit süslü ekmek alıp sabah sen uyanmadan kahvaltıyı hazır eden, önünde bilgisayar canından bezmiş çalışırken sana şirinlik yapıp güldüren, uykusundan ölse senin işin bitmeden gidip yatmayandır. Bunu yapan sevgililer daha da bi sevilesi olurlar. Hele bide gördüğün anda hasta olduğun capon kalemi sana böle süpriz yapıp alıverirlerse tadından yenmezler. Ah bide bunların kocaman kafaları, küçücük kulakları varsa hiç acıma otur bağırtana kadar mıncıkla. Gerçi bu tipler bazen etrafı çok dağıtınca ya da ortalığı sigara kokutunca kızabiliolar ama olsun pek tatlılar. oyh

Friday, October 13, 2006

ööööeeehhhhh. Çok mutsuzum bre. çok sıkıcıyım bi de. böğk

Thursday, October 12, 2006

lütfen birisi beni durdursun. Bir çeşit download çılgınlığı içindeyim. Elime ne geçerse indiriyorum, ki buna narutonun açılış kapanış şarkıları, fan artlar, online kitaplar, etek modelleri dahil. bir de sonu gelmez bir manga serisi.

oysa sunumumu bitirmiş, talent wars yazısına başlamış olmam lazımdı. yapabilirm yapabilirimm, internet bağlantımı kesebilir çalışmaya başlayabilirim. aa belki bi ara sosyalleşebilirim bile kim bilir. aferin bana
an itibariyle Naruto part 1 maceram sona erdi. üç-beş bölüm önce süper kırmızı Chakrasıyla ortalığı inleten naruto'dan eser yoktu. Hadi tamam o anda çok önemli bir mesele vardı, her zaman o kadar şahane dövüşemez ama bari bu kadar da yerin dibine sokmasalar, ben gerzeğim diye ortalarda hoplatmasalarmış Naruto'yu. Neyse ki Hinata biraz karizmayla kurtardı ortalığı. Demekki neymiş "I can't lose now" diye 40 kere söylersen olurmuş. Sadece daha çok konsantre olmak ve kendine inanmak gerekirmiş. Hadi bakalım öyle olsun.

dün geceki Lucid rüya denemem de başarısızlıkla sonuçlandı benim oysa. Tek bir şey oldu, gerçekten rüya başladığı anda bilincimi korudum (zira wake induced olanı uygulamaya çalışıodum), önümde duran kayanın içinden kedi kafası çıkardım ama sonra pat die gitti bilinç. Gözümü açtığımda son hatırladığım kediydi ve öncesinde o kafa ordan çıktığında hissettiğim garip duygu. Biraz daha çabalamam lazım.

Tuesday, October 10, 2006

sonuç
eve gittiğimde mail gelmişti bile haftaya sunum yapılıyor.
kokucu adamlar her denek için ayrı bir sample vermeyi teklif ediyormuş. Her türlü kokuları varmış ama naftalin gibi şeylere de bakıcaklarmış. Durum böyle olunca onları beklemek zorunda mıyız diyemedim bile. Tabiki zorundayız.

son anda "ayy senin teze süper bişi de ekleyebilirdik aslında hay alla dedi". Hı, hı, ne o, ne o ekleyelim, yapalım diye atılınca, okulda beyin aktivasyonunu ölçen alete bağlı yapalım deneyin bir kısmını dedi. Böle göz bebeğimin parladığnı ben bile hissettim. Hem koku, hem otobiyografik anılar, hem beyin aktivitesi daha şahane, daha süper bir şey olabilir mi? bir de olağandışı birşey çıksa tadından yenmez, amygdala değil prefrontal bölge aktive olsa, ben bunun niye olduğunu anlamaya çalışsam. ayh çok heycanlııı.

sonra Tubitak'tan bahsetti. Biraz önce siteye bakınca oradaki çoğu şeye ulaşabilmem için küçük bir eksiğimin olduğunu bunun da ufacıcık bir doktora olduğunu anladım. Ve psikopatça o doktoraya sahip olmalıyım diye düşünmeye başladım. Zira dün anladımki beni heyecanlandıran tek ama tek şey bilişsel süreçler. bu konuyu biraz daha sindirmeli, mantık silsilesinden geçirmeli, maddi tablo yapmalı ve plan program işine girmeliyim. yok acaba daha kolayı falcıya mı gitsem

tüm bunlarla beraber bir de tezci adam aradı, psikoloji lisans tezi lazımmış. kendin pişir kendin ye olucakmış, konuyu da sen veriomuşsun. Evet dünyanın kesinlikle böyle dingillere ihtiyacı var...
okulumm, orta kantinim, psikoloji bölümü ve önü, çimler. Evet çok seviyorum okulumu, Alican'ı da yine sevmeye başladım geleceğim bi an daha az tehlikede gözüktü. Yine süper dağınık olan odasında, zaten soğuk havada klimayı da sonuna kadar açmış, önünde outlook express açık oturuyordu. Yalnız oğlunun bir fotoğrafını koymuş masasına yenilik olarak. Önce burcu annattı derdini ben o sırada kütüphanesindeki onlarca kognitif kitabına baktım alık alık. Sonra sıra bana geldi ve aynen şöyle bir konuşma gerçekleşti

-ben sunum yapmak istiyorum
-e tamam yapalım
-e hocam 3 aydır haber bekliyorum bitti benim herşeyim
-e tamam gönder son halini
-gönderdim bitti
-ben düzeltiim o zaman
-düzelttiniz
-üyelere gönder
-gönderdim
-e tamam çağıralım herkesi yap sunumu
-evet işte siz 3 ay önce bunu yapıcaktınız zaten(3 saniyelik bi ama ben işten ayrıldım vıdı....)
-hıaaaa e tamam yaparsın haftaya ben mail atıyorum şimdi çarşamba iyi mi sana
-vuehajbuıpaepaıujebnışuhapır

Monday, October 09, 2006

dün gece rüyamda bir okul günü gördüm. Ders seçme günüymüş ama aynı zamanda derslerin ilk günüymüş. Ben bir türlü ders seçememişim kendime ordan oraya koşturuyorum. Önümde bir sürü sınıf var kapıda da ders isimleri yazılı. Bir de duvarlarda tablolar var ordan yazıp çizip bişiler seçebiliyorsun. yanımda da unka ve duygu var. Ben ısrarla duyguya "edu" dersini alması gerektiğini geçen dönem de almadığını söylüyorum. O da ısrarla yok ben dişçilik alıcam edu sonra diyor. Ben en son köpek bakımı dersi almaya karar veriyorum ve süper çirkin sürekli zıplayan sarı bir köpekle baş başa kalıyorum. Unka mesela kadın araştırmaları analizini seçiyor. böyle abuk sabuk dersler. bu master bitsin galiba ben üstüne uygulamaya yönelik başka bir master daha yapıcam, özledim ders seçmeyi.

Sunday, October 08, 2006

yarın okulda Alican'la toplantım var. Bu konuda fazla fazla sinirliyim. Eğer yarın da beni başından savmaya kalkarsa, Chidori uygulamak zorunda kalabilirim. Belki de Rasengan. Hiç sevmiyorum sinirlenmeyi, keşke bu adam beni sinirlendirmese. Böyle sakin, mülayim bir bünye olarak kalmak için zaten yeteri kadar çaba harcıyorum, kontrol mekanizmalarımı zorlamanın alemi yok. Neydi eskiden öyle birisi gık dese üzerine atlardım, beyin damarlarım çatırdayarak genleşirdi sıklıkla. Oh ama şimdi dinlemiyorum bile etraftakileri, hı hı diyip kaçıyorum. En temizi itinayla öneririm.

Ayrıca bir nevi rol modelim olan Alican'dan hızla soğuduğum için geleceğim de tehlikeye giriyor bak olcak iş mi.

optimize bünye

üzerinize afiyet ben biraz gezdim geldim. Hayat memat meselelerini iki günlüğüne askıya almış oldum böylece. Ama bana ne faydası oldu? Hiç. Eğlenirken, sonradan eğlendiğini unutacak kadar içersen sonun böyle olur zaten. Demekki bünyeye girecek beyin sömürten alkol miktarını optimumda tutmak lazım. Optimum mu, kime göre neye göre? Yok benim optimumum. Yine de haksızlık etmeyelim, ziyadesiyle güzeldi herşey. yemektir, tabudur, darttır, yeşil üzüm rakısıdır derken pek bir çocuklar gibi şendik. Ama o 20'lik var ya dartın tam tepesinde. Bilmem kaç el oyunda bir kere atabildim o zirzop sayı dilimine. zaten sonlarına doğru tek gözümü kapatıp hedeflemeye çalışıyormuşum gibi yaparken, aslına sadece etraftaki objeleri birer tane görmeye çalışıyordum. Yıllar önce Babylon'da bir konserde (ki gürültülü kalabalık bir grup olarak gittiğimiz o konser, meğerse oturup hiç konuşmadan sadece elini masaya dokundurmak suretiyle ritm tuttuğun bir konsermiş. Çok konuşuyoruz die bizi sürekli uyarmışlardı da kovulmamış, biz gitmiş olmak için 15 dakka sonra çıkmıştık) solisti görebilmek için de aynı tekniği uygulamak zorunda kalmıştım.

yatarken ve kalkınca içilen sağlam bir ağrı kesici desteğiyle şimdi sanki hissiyatım normale döndü. evet adaya düşsem, yanıma alacağım üç şeyden biri kesin majezik olurdu. Onsuz güvende hissetmiyorum kendimi delimiyim neyim

bir de burcu yeni bir blog açmış, bugun tezin için ne yaptın temalı. iki açıdan hoşuma gitmedi bu, ilki belliki bu blog biraz sıkıcı olacak. kim okurki hergün orda sadece hiçbişi yazan birşeyi. ikincisi bu cümle yapısı bana başka şeyleri anımsattı. iç sesimin canı E. A.'nı yaptım demek istedi.

Samurai Champloo'ya başladık geçende Burcunun proposal bitirmesini kutlamak için. Yine çok karizmatik bünyeler barındırıyor bu anime de. Kıyafetler, renkler, çizimler çok bi şahane. İzlenmeli hatta ben şimdi biraz onu izleyip, sonra gerçek dünyaya dönücem sanırım. yok biraz da Hogwarts da takılır sonra dönerim. gecikirsem merak etmeyin, dolapta yemek var oturun onu ısıtıp yiyin.

Friday, October 06, 2006

şu an itibariyle minimum 10 parçadan oluşan bir kıyafet alışverişi zorunlu hale gelmiş bulunuyor. Az önce yaşadığım üf ya ne giycem parodisinin ardından derin bir mutsuzlukla boğuşuyorum şu anda. Ama o 10 parça da çook uzaklarda gözüktüğü için daha da mutsuz oluyorum. nolucak benim halim ne olucakkk?

Thursday, October 05, 2006

stanislaw lem'in kitaplarının ortadan kaybolmasını kınıyorum. İletişim neden basmıo bunları ya da bir başkası neden basmaya başlamıyor. ya da basıyorda benim mi haberim olmuyor. Gerçi zaten pek bişi kalmadı okumadığım ama yine de son iki vardı ya onları da istiyorum.

ikinci olarak alfred bester'in psychoshop isimli kitabı hiçbir yerde yok. Amazondan bişi getirtmeyi de hiç sevmiyorum. böyle kitabı mıncıklamadan almak çok tatsız bişi.

üçüncüsü de şu barış müstecaplıoğlu ne menem bişi acaba. Hep bi elim gidiyor sonra aman süper şeyşler varken niye bunu da okuyumki diyorum. Ama belki de haksızlık ediyorumdur. Denemek mi lazım ki.

Wednesday, October 04, 2006

bugün kendime ödev veriyorum. Defterime 100 kere, belli bir yaştan sonra kimse değişemez yazıp, odamın köşesinde yarım saat tek ayak üstünde durucam. Belki aklım bi başıma gelir.
çok heyecanlıyımmm. Bugün film ekiminin programına baktım veeee"A scanner darkly". İnanılmaz, çok merak ediyorum nasıl film yaptılar. Gerçi korkuyorum biraz solaris fiyaskosundan sonra (ikinci çekim zaten rezildi de ben ilkinden de hiç haz etmem) ama hala yine de çok merak ediyorum. gitmeliyimm

Monday, October 02, 2006

it's sometimes better to lie...
çok başarısız bir cv'im var. Referans, katıldığı eğitim, gelecek planı, sosyal aktivite kısmı boş. İş deneyimi kısmına boş gözükmesin diye "haha milletin tezini yazıorum ben, atın beni okuldan" dememek için tez danışmanlığı yazdım. Ama hep cv'nin altına not düşmek istiyorum

ps: "oh yan geldim yattım okul boyunca, zaten staj filan ayak işi bunnar çok saçma, taksimi bilirim ama bak, zaten okula da erken gittim onu da bi sene boyunca uyumak için hazırlık okuyarak kapattım, ne yalan söyleyim hiç pişman değilim, çimlerde popomun izini bıraktım, yine olsa yine yaparım."

ps2: ilk dönem ortalamam 0.66'ydı. Ben bundan hala çok gurur duyuyorum.

Sunday, October 01, 2006

kuşiye

bu şarkıyı kuşide okudum. Ay ay süper evet canım dinlemek istiyor dedim ve tüm pazar gününü repeat'te geçirmek zorunda kaldım. ondan aldığım tüm esinle ben de sözlerini yazmak istiyorum.
çok çok gusel...

CLAP YOUR HANDS!
But I feel so lonely
CLAP YOUR HANDS!
But it won't do nothing
CLAP YOUR HANDS!
But I have no money
CLAP YOUR HANDS!
Are you up to something?
CLAP YOUR HANDS!
Where's my milk and honey?
CLAP YOUR HANDS!
But I just look funny
CLAP YOUR HANDS!
I'll just wait awhile

bir inatla ısrarla kuşi gelsin istiyorum artık. Anlatmam gerekenler var. Onun dinlemesi lazım. O da anlatsın ama bu sefer ben daha çok anlatmak istiyorum. Ayrıca o bilir zaten...
EMDR terapim için sponsor arıyorum. Banka hesabımdaki 20 liram bana sponsor olmayı kesin bir tavırla reddetti. İşaret parmağını ileri geri sallamak suretiyle beni atm'den uzaklaştırdı. Ama çok gusel bişi sanırım emdr, spesifik bi kere, psikodinamik terapideki gibi bugun hava çok bulutludan başlamıosun işe. küçükken düştüm dizim çok acıdı ah evet içimdeki o derin yara şimdi evrildi kendini süperegonun baskısından kurtarmak için böcek korkusu olarak ortaya çıkıyor. hepimiz birer minör kişilik bozukluğu ürünüyüz bu dünyada, arzu nesnelerimizin peşinde, GERÇEK serçe parmağının tırnağını gösterdimi sıyıran, zavallı biz. Ben sıkıldım artık bunlardan...

psikoloji dediğin bilişsel olanıdır. O çok guzel bi şeydir. Sosyal psikoloji kitaplarının başında " folk wisdom is generally wrong" yazma ihtiyacı duyarlar. bu da sadece kitabı okutmak içindir. Günlük hayat teorilerinin hangisi yanlış die merak eder, sonra tahmin ettiğin herşeyin doğru olduğunu ama bunlara isim kondumu pardon terim kondumu bilimsel hale geldiğini anlarsın.

gelişim masterı yapan hiç kimse karşına bir çocuk oturdu mu ne yapıcanı bilemez. evet dil gelişimi söyledir, piaget şöyle der ama ericson böyle der, hangisi doğru onu bilemiyoruz ama böyle böyle diyenler var işte, sen hangisini beğenirsen. geç bunu da boş

klinik kendi içinde bir vaka zaten. çoğu kendi terapi görmeyen, ama paramız yokk nası terapiye gitcessss diyen bir takım insan. evet içinden çıkar iyileri ama zor bişi yani yetenek lazım.

bi de kognitif var işte o süfer ona laf yok...