Saturday, September 30, 2006

chemicals between us

unkacığımın bana verdiği bir hemstır vardı. tatilden döndüğümüzde evde onu plastik kabından her zmanki azmiyle çıkmaya çalışırken bulmuştuk. Amansızca plastik kabının en sevdiği köşesini sağ pati-sol pati dövüyor ve arka ayaklarından aldığı destekle ayakta durmayı başarıyordu. o gün bana vermişti onu. Unka'nın Beşiktaş'taki korkunç böcekli eviydi. mutfağı içeri böcek basması sonucu külliyen kapatılmış, evin içinde örümceklerin fink attığı ama benim nedense hep orda olduğum ev. O hemstır bana geldi ama öldü. Aman hemstır nihayetinde diyip üzülmemiştim. Ama şimdi üzülüyorum hiç iyi bakamamıştım hayvana.

ona üzüldüğüm aklıma gelince, diğer üzüldüğüm şeylerin anılarına dair node'lar da aktive oldu. beynim şematik olarak kırmızıdan yeşile dönüyor hızla. koruma kalkanlarını devreye sokmakta geç kaldım. ya serotonin kaynaklarım tükenirse. ya kafam yemyeşil hale gelirse. bi dakka ya kocaman olursam!!! gırrr...

süper köpek rocco


veee patraşın ardından en sevdiğim köpek, koca kafalı, obur, deli roccoooo.

kendisi tatil boyunca adadın keyfini sürdü, arkadaşlarıyla takıldı, dünyaları yedi ve aşık oldu. a bi de kavga etti ve küçük bir ısırıkla paçayı kurtardı.

bütün denizanalarını teker teker yakalayıp, götürüp kıyıya bıraktıktan sonra, fotograf çekimlerinde tüm ada halkına poz vermekten de rahatsızlık duymadı.
eveet tatil bu bitmeye mahkum. Ve biz de geri döndük, bütün yol mızmızlandım. İstemiyorum geri dönmek, iyiyim ben orda diye. Ama boşuna, kurulacak şirketler, yazılacak yazılacak, yapılacak deneyler var. nasıl olacak, nasıl yapılacak bilmiyorum ama el mahkum...

bu tatil sonrası kuytu bir köşede patlıcan yetiştirmekten vazgeçip, adada bakılçılık yapmaya karar verdim. Hatta bir tane de ev beğendim yaşamak için. Evet ya galiba hiç sıkılmam orda, hele geldiğim anda köprü trafiğini, iğrenç kalabalığı gördükten sonra.

zaten dün gece yine baş ağrısı atağı geçirdim. hala salak gibiyim. ama gelir gelmez eksik kitabı aldım. onu okursam iyi gelir belki bi mutsuzum biraz.

Thursday, September 28, 2006

ah ya kitabım bitti. Ben ne şaşkaloz bişeyim heri poturun dördüncüsü alıp da gelmedim. O ne gusel kitap öyle. O ne gusel hayal gücü. Süper walla ne diim. ilk raistlin okuduğum gün gibi hissettim bi an 3.kitabın sonunda. Böyle bir hayranlık hissini bir de Drizzt'in ardından hissetmiştim. Hatta onu hala bitirmedim. Yatarken sadece iki sayfa okuyorum hala bitmesin diye, gerçi daha çok kitabı varmış onun ama olsun ben bu dark elf trilogy gibi olmaz diye korkuyorum hep.

bir de bu aralr bir winamp listesi yaptım takıntılı halde onu dinliyorum. the stills-still in love song, gogol bordello-sex spider, foo fighters-best of you veee naruto-wind. ah biliyorum çok out dated ama bunları dinlemezsem rahat edemiyorum bir süredir. Sıkılırım heralde bundan da.

ah bir de bu gece canım çok fena istiycek bir yemek bulamıyor. Belkiii hotdog bir defa park-orman'da bir konserede yediğim o hotdogu mesela. Zeyno ile bölüşerek yemiştik beş sene önce filan.böyle salaj bi konserdi, reaktör systems gibi bişi galba. TAdı hala damağımda. yediğim her hotdogda onu arıyorum hala. ah ama ah bulamıyorummm. yokkkk...

Wednesday, September 27, 2006

bugün bir misafirim vardıııı....sayın burcu kaya sabah 9 vapuruna binmek suretiyle beni görmeye tee buralara geldiler. sahilde menemen faslının ardından evde kahve, sohbet, karanfilli sigara yaptık. Gerçi çok utandım vapur gelmeden beş dakka önce uyanıp koşarak aşağı indiğim için evi toplayamamıştım ama yaptığım kabak yemeğini beğendiği için pek de bir dört köşe oldum. Sonra tutturdu erken gidicem die şöle bi akşam üstü birası bile içiremedim kendisine, tiyatroya gidicekmiş hıh...

eve dönüş faslında kendime güldüm bir hayli ondan eğlenceli geçti. Önce balık aldım, sonra manava baktım, sonra fırına uğramış eve dönerken düşünce baloncuğumda evde tepe tepe olmuş bulaşıklar vardı...ki...bi anda kendime baktım, aman allam ev kadını oldum..bide çamaşır yıkiim asim tam olsun, toz alayim filan...hayırrrrr..her kadından bir ev kadını çıkabiliyor demekki...

en çok iç sesim güldü buna. Bir de çok fena dalga geçti pis. "benn doktora yapıcammm","bennn ööle ev işi filan yapamamm" "benn okurum da çalışırımda hepsini de çok gusel yaparımm" çok lazımmış gibi bunları anımsattı bana. Ben de geldim inat olsun die balıkları ayıkladım, tuzladım, bulaşık yıkadım. ay galiba üstüne bu mızmız, uyku havasında bir güsel uyku çekiciim kendime.

biraz harry cimi okurum, sonra da yayar uyurum, temiz işte daha ne

Sunday, September 24, 2006

spor yapmalıyımm die kendimi attığım ada yollarında bugun de zorlu bir parkurla karşılaştım. Adanın tepesine giden süper yokuşu çıktım, biraz indim tekrar çıktım. en son gözlerim kararırmış gibi olmuş, boru gibi ötüyor, nefes alamadığım için söylenmeye bile fırsat bulamıyordum. Ama tüm yol düşündüm ve buldum. Evrekaaaaaa.... acı çekmenin acısını dindiren tek şey bunun kısa zamanda biteceği ve sana fayda sağlayacağı hissi. Aynı şey epilasyonda da var, spor yaparken de,ders çalışırken, proje hazırlarken, işteyken...

durum buyken iki şey aklıma takildı, çok sevilen hatta belki aşık olunan sevgiliden ayrılınca bünye nasıl oluyor da toparlıyor kendini? bu acının sana hiç mi hiç faydası yok o kesin, hiç mi hiç kısa sürede de geçmiyor hatta genelde geçmiyor bile.O zaman bu insan ne kadar şahane bilinçaltı-üstü müptelası bir bünyeki bunu bile geçiriyor. evrim teorisi işte, nerdeyse her şeyi açıkladığı gibi bunu da açıklar belki... kim bilir...

ikinci konu da şu: ya bazen "bunun bana elbet faydası vardır" dengeleri kayarsa. ya uzun vadeli herhangi birşeyin sana fayda sağlayacağına inanmamaya başlarsan..hatta daha da kötüsü bu fayda-nötr-zarar dengesi kendi içinde pır pır oynamaya başlarsa. Master yapıosun, başlarken büyük hayallerin var, feci canın da çıkıo ama diyosunki bunu yapmalıyım. Ahanda tez yazmaya başladın, herşey birden anlamını kaybetti ben bununla ilgili ne yapıcam ki demeye başladın. sonra işte çok sıkıldın yok yok masterı bitirmem lazım dedin hayde yine acımı da çekerim razıyım demeye başladın...geçmiyor işte o zaman acısı sıkıntısı,karar vermek lazım. oysa son zamanlarda kararlar hep benim yerime veriliyor. Birisi de bunun için benim yerime bir karar veriverse ne gusel olurdu bea..

Friday, September 22, 2006

ben "başının üstünde hep bir kara bulutla yaşanlar" listesinde üst sıralarda yer aldığıma inanıyorum. Ama bu son zamanlarda gelip de yerleşmiş bir bulut değil, hep vardı, doğduğumdan beri.

Annem bana hamileyken sancıları başlamış hasteneye götürmüşler. Bir de o zaman karışık herşey 80 sonrası. Neyse doktor anneme siz yatın bi dinlenin, arada kolidorda yürüyün demiş de gitmiş. Zaten annemin sancısı filan da kesilmiş ööle oturuomuş. Derken canı sıkılmış bi çıkiim de yürüyim demiş. O sırada yoldan geçen doktor "ay hadi sizi bi muayene edelim, sancı var mı sancı diyince" annem pek şen şakrak "yook" demiş. Bi bakmışlarki ben doğmaya başlamışım, kafam çıktı çıkıcak. Hemen ameliyathane, yapay sancı hop yarım saatte doğmuşum. Bakın Bakın sancısız doğum diye tüm asistanlar da toplanmış ben dğarken izlemişler. Doğduktan sonra gözlerin etrafına bi de tentürdiyot sürmüşler, manyak gibi sağa sola bakıomuşum. Herkes demiş çok deli bişi olcak bu.

neyse sayın okuyucu, sanırım benim şimdiki kara bulutum o kendini amanınn sıkıldıkm burdan diye dışarı atışımla gelmiş yerleşmiş. Bir de galiba doğarken çok insan izlmeiş beni, utandırmışlar, ondan ben şimdi pek sevmiyorum bööle kalabalıklı insanlı hödöleri".

"kara bulutum" şimdi nerden geldi aklıma, şurdan: Bir yıldan fazla zamandır beklediğim tatili sonunda yapabiliyorum, ama bakınız o kadar çok yağmur yağıyorki, evden kafayı pek çıkaramıyoruz. Gerçi yağmur da güzel, hoş, yat kitap oku ama ben denize girmek istiyorum. İstiyorum işte...

Bir de zaten bir deli yeşermeye başladı içimde. Sabah kalktığımda beni ele geçiriyor. İnanılmaz korkunç bi insan oluyorum. Şöyle de korkunç bişi söyledim "sen neden iyi davranıosunki bana", benim de aklım almıo, noluyosa o sabahları yıkıp geçiriyorum. Bu sabah deliyi kontrol etmeye çalıştım, ama bir yere kadar. Benim de sözümü pek dinlemiyor. Ama derhal bişi yapmalı. Yoksa çok sabirlı bir insan da çileden çıkabilir, yeterrrr uleeaann diyerek gözü dönebilir. Şimdi terkedilmenin hiç alemi yok dimi, yok yok hiç yok..

kahve içicekmişiz şimdi...Bu arada blog camiasındaki gelişmeleri zıp zıp zıplayarak izliyor, çok mutlu oluyorum, herkes blog yazsın çok eğlenceliii, oleee

Monday, September 18, 2006

lobotomi uzmanı aranıyor

Özellikle prefrontal bölgeye müdahalede uzmanlar. Zira düşündüm taşındım başka bir yol bulamadım...

Sunday, September 17, 2006

ta taaaaa....Ben geldimmm, gerçekten çok fena alemlerde aktım, vandan gelen bi kutup ayısını mıncıkladım bol bol, şimdi de adadayım. Süper yemek yaptık yedik, şimdi bir litrelik kırmızı cumartesi şarapıyla mayışıyoruz. Ada çok gusel biişi hep burda kalınmalı heeeep. Birazdan klübe gidip amanda tanıdık var mı diye kontrol edicez... yalnız bisim kattaki internet kablosu bozulduğu ama ben üç gündür elimi süremediğim bilgisayarımı internete sokucam die tutturduğum için bana üst katta elinden geldiğince bir düzeneke hazırladı, o yüzden bu süper rahtsız yerde pek yazamıyorum. Oysa kozmik güçlerden bahsetmek istiyorum çok fena, ama artık yarına. design week, balıkçılar filan artık ayrın sabah koşusunun, kahvaltısının, havuzunun ardından...

ps: hellim kızartma yapılıcaksa bahçivan peynir pek iyi bir seçim değilmiş. Bu gece de bunu öğrendim.

Thursday, September 14, 2006

yarınnn....beş ay yarın bitiyor...Ben yeşilköye gidiyorum, birkaç gün de geri dönmem...Alemlerde sekicem...Ancak pazara....
bütün gün güzel olmaya çalıştım. Aylar sonra bir kez daha anladımki güzel olmaya çalışmak çok yorucu, yok kaş aldır, yol saç boyat bu ne canım. Bütün bu hizmetler eve gelse, sen böyle keyif çatarken insanlar harala gürele girişip, hemencecik işlerini bitirip, koşarak gitseler. Bi de bu arada hiç konuşmasalar "bu sefer kesin turuncu yapıcam seni, aaa şööle hareketli bi fön çekelim" şamatası hiç yaşanmasa.

Bi ara kafamda dünyanın boyası, çöp kovasının içinden üstüne dökülmüş bir ton domates püresiyle sadece kafasını çıkarmış gibi oturup, naylonun bir köşesinden çıkarabildiğim elimle sigaramı içerken ve hatta kadın dergileri okurken etrafımda "çocum bis düüne gitcesde, bi topuz, bi fön kaç dakkaya çıkarıs" çalındı kulağımı. ve iş sesim kontrol edilemz şekilde atağa geçti. Ancak saçım yıkanırken uyuklamaya başlayınca sakinleşti. Bir de bakın ne kadaaaaar özenli yapıyorum işimi havsı varya, o saçlar 10 dakkada taranıyor, böyle kremler yavaaaşça sürülüyor. kafanın arkasını göresin diye aynalar tutulup çok hoş bir bordo tonunu yakaladık bıfdı bıdı bıdı...
tabiki bahşiş vermedim, vermem, yazımı erken bitirince benim de cebime sıkıştırsalar beş milyon ben de onnara veririm, ne farkımız var ki, iş yapıyoruz işte

neyse geldim evime, oh ev ne güzel bişi, ne rahat bişi, herşey koli koli ama olsun seviyorum evimi
günün menüsünü söylemeden zinhar yatmam. Bu gece canım aynen dün gece gibi tayvan usulü tavuk yemek istiyor. Aslında istridye soslu başka şeyler de olabilir, ah ama bir zamanlar Tukan diye bir yer vardı ne güzen tai chicken yapardı. yok o lezzet başka yerde keşke tekrar açsalar orayı. Bir de öyle unutamadığım eski Gramafon'daki sarma piliç, içinde ıspanakla peynir vardı...Deep'in sarma pilici de güzel hoş ama gitmicem bir süre oraya.

ayrıca ben de canım isteyince kediye dönebilmek bi de başka boyutlarda yaşayan kedileri onyx figure den çağırmak istiyorum. Dragons of summer flame'in de boku çıktı keşke onu da bi bitirebilsem. Ama kendime süper tatil kitap listesi yaptım. Bitirmeden geri dönmicem, sonra da şu yarım bıraktığım Dune dünyasına esaslı bir dönüş yapıcam. öyle işte zor bu işler çok zor

Wednesday, September 13, 2006

yok galiba en iyisi naruto izleyip üstüne hal kalırsa kitap okuyup uyumak. Bir de haftaya Burgaz ada sefamda naruto da gelicek bizle. Zira onu merak edenler, hadi beraber izleyelim diyenler varmış. Aslında pek de eğlenceli bişi olur bu.

Gaara olasım var ama dinleyen yok. Gaaralar kovalasın beni emi...
rakı içtim. rakı içinde ya çok mutlu oluyordum ya da çok mutsuz bu güne kadar. bugün ikisinden de var. Bugün boş biraz, karışık. içim almış kendini yuvarlanmış, tozlanmış koymuş kenara. Çok ifade edilemez, çok güvensiz, çok bişiler hep...Hiç anlatamadım, birazdan yine denicem galiba

Tuesday, September 12, 2006

çok saçma birşey bu ya köprü yolunda korkuyorum. Ama her tarafından değil. Bi kere anadolu tarafına geçiyorsam o köprü yolundan korkmuyorum bu kesin. Yalnız Avrupa tarafına geçerken çok fena. Bir gün önceden plan yapmaya başlıyorum hımm evet 2 gibi çıkarsam boş olur gibi. Sonra çıkmadan ibb.gov dan kontol ediyorum. Eğer orası çok dolu diyorsa çift katlı otobüs yerine sarı dolmuşları tercih ediyorum çünkü onlar genelde köprü yolunun korktuğum kısmından geçmiyorlar. Aslında köprü yolunun grişinden korkuyorum, o tam Göztepe'den sonra sapıyorsun ya ordan, eğer orası dolu olursa çok fena. Ama yok çamlıca'ya kadar açık ordan sonra tkanıyorsa süper, mesafa tahminlerim çok rezildi ama böyle birkaç kilometre filandır heralde. O birkaç kilometre benim hayatımı etkiliyor, mesela sabahları o birkaç kilometre yüzünden 1 saat erken kalkıyorum işe giderken filan.

Sonra bi de deniz otobüsünden korkuyorum, biraz asansörden,biraz metrodan, biraz artık çok çok az vapurdan. Yani gün içinde illa bir iki kere korkudan sararıyorum çünkü köprü yolu dışında diğerlerini korka korkada olsa yapıyorum.

ah şimdi aklıma geldi. Birşey var ondan o kadar korkuyorumki bak korkularımı sayarken bile aklıma gelmesinden kaçınıyorum. 2. köprü yolu hiiiii düşünemiyorum bile ay ay felaket. Bir zaman her yere bisikletle gidiliyor die Amsterdam'a gidiyim demiştim, salaklığımdan gidememiştim.

nedir bu korku teması onu da anlamadım ya neyse
Bu iç ses çok güzel bişey. Gerçi şimdi pek yaygın kullanılıyor pek cıvık bişi oldu "içimdeki ses bu yarışma tam sana göre dedi, hem bağırarak, çığlıklar atarak, ben de geldim katıldım" diye bir şey duyduğuma eminim geçen gece televizyonda. Ama benim iç sesim daha çok küfretmeyi tercih ediyor. Hele bu aralar herbişeylere aman nelerneler, çok sakinim ama yüzüm hep sakin kalıyor. Gora'da kaptan Cem Yılmaz gibi tam bir çotank sesi çıkıyor. ay çok uygunsuz bir yerde tutamazsam kendimi die çok korkuyorum, elime koluma mukayet olmam lazım evet

bir de yarın tütsülenmiş tavuklarla empati kurmaya çalışıcam ama bunun için para verecek olmak çok saçma.

son olarak bu gece patates gözümden düştü canım bambi'de kaşarlı dürüm döner istiyor nımmm

Sunday, September 10, 2006

sayın okuyucu artık hayat koşullarının çok zorlaştığını, Türkiye'de bahçeli bir müstakil evde oturmanın 40-50 yaşına kadar imkansız olduğunu biliyor muydun?

mıncırıl

sağda gördüğünüz linklerden marshmallow olan burcu kaya isimli çok süper arkadışımdır. çok şahane bir insandır. çok severim kendisini, hastasıyım.

Onun altındaki gusel insan da burcu hanımın sevdiceğidir. Kendisini de çok sever, sarhoşluk didişmelerini hemen unutur, bana dart öğretmeye çabaladığı ve yanımdan "hayır onu hiiiiç tanımıyorum" diyerek uzaklaşmadığı için minnetle anarım.

Ayrıca geçen gün bu ikisiyle taksimde buluştum, tam çocukları gibi kaldım yanlarında, bi uzun bi uzun noluyosa, dilenci bile benim yüzüme bakmadı. Amanda mıncır mıncırrr...

Saturday, September 09, 2006

patates versus sosyal sorumluluk

Bu gece tüm ısrarlara rağmen "yok yok uyucam ben, yok ıı-ıh çalışıcam" diyerek evde kalmamın büyük bir hata olduğu şu an itibariyle dank etti kafama. O kadar çok sıkıldım ki nefes alamıyorum. Oysa şimdi akdeniz'de olsaydım, patates yiyebiliyor olsaydım ve önümde kocaman bir patates olsaydı. Parmaklarımı sosyal sorumluluk hakkında bir yazı yazmak yerine biramı sıkı sıkı tutmak için kullnıyor olsaydım. Bir patates, bir bira, bir sigara böyle gitseydi. Hatta üstüne gözüm doymasaydı da midye dolma yemeye gitseydik. "Bak sadece 3 tane" dedikten sonra kendimi kaybetseydim, hatta belki duygu olsaydı da benim midyelerime de arada bi limon sıksaydı.

oyf diyorum oyfff...gidip biraz daha naruto izlersem, şu an burda olmam iyice anlamsızlaşacak. Ama bak yazımı bitirirsem ne kadar rahatlarım bunu düşüneyim dimi dimi dimi...

bu biiirrr...

herşey naruto sayesinde başladı. Rock Lee sarhoş oldu yanlışlıkla, mimikleri saniyelik olarak o kadar komik haller alıyordu ki, "işte bak orası tam orası süper" diye bunu biriyle paylaşma ihtiyacı hissettim. Gecenin bu saatinde online kimse yok ay içimde kalıcak derken, GAARA çıktı ortaya yeni kıyafetiyle. "huaaa" efektiyle zıplayarak, biramı fondipledim ve kesin karar verdim yarın bir blog açıyorum ve bunları orda anlatıyorum.

açtım işte, gün içinde yeteri kadar yazı yazmıyormuşum gibi biraz da buraya yazıyor olacağım artık. İçimde sürekli şimdiki zaman kullanmak zorunda olmamanın rahatlığı da olacak ama. hadi birkiüç...