Friday, December 29, 2006

ben de içerik yarattım

ayrıca an itibariyle beynim yine şıpır şıpır sızmaya başladı kulağımdan. aklıma gelen ilk üç kelime sosyal medya, reklam, kullanıcı içeriği. ay temcit pilacı gibi aynı şeyleri anlatı dur öf. ayrıca bak beş kelime, üç bile değil. parmaklarım da bir piyanistin parmaklarının esnekliğine ulaştı. .iki gün üç yazı ve 4 saat 6 yazıyı gönderilebilir hale getir maratonundayım. bu sefer son dakka gücü işe yaramıcak galiba, depresifim ben ama ya iş yapmam diil oturup ağlamam lazım. ühühüh

Thursday, December 28, 2006

atlı karıncayla the stranglers-golden brown şarkısının çok uyumlu olduğunu farkettim. hüzünlüysen daha da hüzünlendiren, neşeliysen daha da neşelendiren.

Wednesday, December 27, 2006

bombon

bombon isimli çok süper şahane filmi izledikten sonra yeni bir arzu nesnesi daha edindim kendime. Bunu da yeni yıldan beklentilerim listesine eklemek istedim. İşte bu:



bu inanılmaz şey benim olmalı. o kulakları ısırmalı, mıncıklamalı, bi de sarılıp beraber uyumalı. dogoo dogoo argentinooo

Tuesday, December 26, 2006

ben bu o

yeni yıldan beklentiimm, ııı şey, atlı karınca evet atlı karınca bekliyorum yeni yıldan. bu alttaki çirkini bunun daha güzelinden



Çok ışıklı, çok atlı ve çok süslü olsun istiyorum. Psycedelic olsun, ona bakıp bakıp uçalım, kaçalım, konalım da istiyorum. Tam odanın ortası ondan olsun, ben başımı çevirdikçe ona bakmak için, o da beni mutlu etmek için daha çok, daha çok, daha çok dönsün istiyorum.

evet bunu bekliyorum işte, napalım.

Monday, December 25, 2006

yürüme sen bi dur

ben sanırdım ki yürüyüş yapmak çok sıradan, çok normal bir eylemdir öyle atraksiyon filan yaşanmaz. Pazardır, akşamüstüdür güzeldir diye manitamı ve rocco'yu da alıp bu sefer Yeşilköy sahilinde bir saat yürümeliyim hedefiyle yola çıktım. yürüdük güzel aman pek huzurlu neyse bir yerde köpek çetesi varmış roccoya düşmanlarmış ben de aman şimdi içim hoplamasın hadi kavga çıkmadan geri dönelim dedim. sakiin saakiin yürürken ve rocco önde kendi halinde salınmış çayıra şebekliğinde yerleri koklarken, yurdumun 3 delikanlısından biri bir anda rocco yu kovalamaya başladı. Rocco amanın noluyoruz diip kuyruğu kıstırıp kaçmaya başladı bunlar gevrek gevrek gülüyorlar. bizde 10 adım gerideyiz, bu sefer biz durumu görüp "naaapıyosun sen" die adamın üstüne gidince, rocco sen kimsin beni korkutuosun kendini bilmez insan evladı die adama saldırmaya başladı. aynı anda adamlar da bize al köpeği bi yürü git gibi bir takım sinir bozucu cümlelerle hitap etmeye başladılar. ondan sonra bir ağız dalaşı, rocco adamın peşini bırakmıo, bunlar kavga çıkarmak her şeyi yapıolar. hemen kısa bir hesapla rocco adamlardan birini alsa tamam götürür bacağı, vahe'nin elinde zincir var o da alır birini, ay biri de bana kalıyor. olmadı yürüdük gittik, adamlar hala söyleniyolar. Avrupa'da yaşamış vahe polisi arayınca hala geleceğini sanıyor, gelmeyince bi de ona sinirlendi.

bu olayla birlikte içimdeki vahşet arzusu tetiklendi. Rocco'nun adamları paramparça ettiği kanlı görüntüler doldu beynime. sonra birisi adamları önceden benim için bağlamış olsa ben onların her bir taraflarından küçük parçalar ayırsam, Dr Hannibal gelse bana yardım etse, en sonunda da pipilerini kesip ellerine versem istedim. Rocco çok komikti ama kızınca saldırıomuş evet bunu gördük öğrendik.

Friday, December 22, 2006

kaşık kaşık şokella

çikolata istiyorum. böyle gözümün önünda siyahlı beyazlı nutellalar, çilekli yoğurtlu milkalar uçuşuyor. o çikolata parçacığını ağzıma atıp bir beş saniye bekletip hafifçe erittikten sonra, böyle nımmm. Ya da hindistan cevizli çikolatalı pasta da olur. ühühü. sıkıldım aynı şeyleri yemektenn, 7 yaşık etsiz sebze yemeği yemek istemiyorum artıkk böhüüü.

Ama yürüdüm bile bugün ama yürürken bile felaket senaryoları peşimi bırakmadı. 1 saat yürümek lazımmış. yarım saate kurdum telefonu başladım yürümeye çok yürüdüm ben olmuştur dediğimde 10 dakika geçmişti. 10 dakika ya bir sigara içme süresine yakın. sonra 25 dakika civarı evden çok uzaklaşmışım asla geri dönemicekmişim gibi gelmeye başladı. Bir başım döndü, bi ellerimin kanı çekildi filan, sonra rejim yapmaya başladıktan sonra iyice salaklaştığımı farkedip kendime çok kızıp son 5 dakikamı da yürüdüm. gözüme bir nokta kestirip evet tam burdan geri dönücem dedim hatta. gittim sanki önümde duvar varmış gibi çat durdum ve sert bi hareketle geri döndüm. o an işte beynim fokurdamaya başladı. "nihohoha çok uzakki gidemiceksin geriye bı bık" sesleri geldi bir yerden ama dinlemedim derken dönüşü 23 dakikada tamamladım. noluyoruz ya bostancı sahili bu. hergün geçtiğin yer. nedir yani nie dönemeyesin ki geriye. hiç anlamıyorum walla.

Thursday, December 21, 2006

listmania

haftanın anime'i-serial experiments lain
haftanın şarkısı- boa-duvet (lain'in şarkısı olur aynı zamanda)
haftanın çıtırı-köstebek'teki leonarda di caprio (bu adamı bi gün beğenebileceğim hiç aklıma gelmezdi, ah ama yine de ahh)
haftanın kitabı-titus groan/gormenghast 1
haftanın oyunu-silent hill
haftanın muhteşemi-Kakashi sensei (buna da bi ah çekebilirim)
1 dilim kebek ekmeği, kibrit kutusu peynir, domates, 7 kaşık sebze, 4 kayısı vs...
yine her şey sayılı, ölçülü nizamlı, hatta yemeklerden 15 dakika önce büyük bir bardak su içmek de lazım.

Bunun bitmesi için 9 gün var sonra yeni bir yemek denkleminin içine giricez. yalnız yılın bitmesine de 10 gün var, sonra yeni bir yıla giricez. sonra bu 10 günde yetiştirmem gereken 11 yazım var sonra yeni yazılarım gelicek.

bu arada yılbaşı da geliyor, hay alla ya. geçen sene çok dehşetti, giyindim çıkmak üzereyken baş dönmesi komasına girip gecenin geri kalanını yatakta geçirdim. off bir sene mi geçti üstünden sanki 3 ay gibi.

ayrıca dün saçlarımı uzun zamandır ilk defa evde boyadım. yıkanırken küvette kuzu kesmişim gibi oldu. zaten bi de kurban bayramı geliyor. hiç sevmem, kurbanı da keseni de. hatta yiyeni de. ben bi tersimden kalktım bugün yandık akşama kadar.

Tuesday, December 19, 2006

hava karardıktan sonra özellikle hava da soğuksa ve hatta yağmur yağıyorsa ev ışıkları çok sempatik gözükür bana. ay ya evim olmasa, böyle sığınıcak bi yer olmasa diye geçer aklımdan. çünkü default beynimize işlenmiştir kendine ait bir yerin olmalı diye. Bence evrimsel olarak beynimiz bu şekilde wired'dır. bilimsel tartışmalarını da okumuşumdur eminin ama kaynamış arada hatırlamıyorum.

Neyse burada kilit kelimelerden biri de aidiyettir. bir yere, bir işe, birisine ait olma. bu ruh sağlığının hassas temel taşlarından birisidir. uzman klinik psikolog der ki, eğer temel taşın yoksa üstüne ne koysan zıngırdar. sen son taşları oynatırsın yeniden denge sağlamak için ama olmaz, yine sallanır, bir süre denedikten sonra düzeltmeyi bırakıp eeeh die fırlatmaya başlarsın ne temeli be diye, işte o noktada iç haller dışa vurur, daşırdan görülür şekilde deli olmaya başlarsın (efendim tam bu noktada işle ilgili ya da ailevi, parasal problemleri olan erkeklerin önce sevgili taşlarını değiştirmeleri açıklanıyor. erkekler için çoğu zaman para, iş, statü kadından bir derece daha aşağıda temeldedir. bu yüzden bu temeel inmeden önce dur bakim bi hatun taşımı değiştiriyim belki ruh halim düzelir opsiyonunu dener. olan kadına olur, erkeğe de faydası dokunmaz zaten, sonra paşa paşa özür diler, sizin üstün anlayış gücünüze kalır herşey) (kadınlar da durum çok daha komplikedir ama erkekler gibi olmadığı da kesindir benim gözümde)

her şeye de ait olmak gerekemez. bir sağlam temel ama oynak başka hususlar huzurlu, dengeli ve hatta eğlenceli bir hayat sağlayabilir. yalnız diyorsaniz ki hepsi güzel temelim bozuk napıcaz, o zaman tüm içtenliğimle boku yediğinizi söyleyebilirim ben işte.

ben güldüm buna

zodyak manyak

ayrıca gece içinde astrolojinin ne memem bişi olduğunu öğrendim. çağrı hanım pek güzel açıklamarıyla beni aydınlattılar. bundan sonra burçlara göre erkekler, ayyy o tam bi koç hiç sevmemm, akrep yatakta süperdir muhabbetlerine (galiba aslan ve bişi daha da öyleymiş) uzaylı gbi bakmıcam. eve gelip kendi haritama baktım, dağınık burçluymuşum ben ondan hiç bi boktan mutlu olmuyomuşum. her biri başka bişi diyor benim de kafam karışıyor tabi, ben biliyordum zaten doğduğum anda bi terslik olduğunu, açı ters açııııı yapıcak bişi yok.

ayrıca kozmik güçler son bir hafta içinde benimle 3 4 kere dalga geçtiler. hadi canım, hadi güzelim diye geçiştirdik neyse. aa bak belki jupiterin açısı dokunmuştur bana, kim bilir

Wednesday, December 13, 2006

unlimited monkeyz

normal bir cumartesi günüydü. gündüz faticim msn den mesaj atıp Ankara'ya askere gideceğini haber vermişti. Ben de amanın yarım mutlaka İstanbul'a gel sana adım akıllı bir veda gecesi yapalım gazı verdim. akşamda hiç bir atraksiyon olmamasının rehavetiyle yine pijama yeni yıkanmış saçlar tepeden topuz boş boş oturma halindeyken telefonum çaldı ve fati "şimdi pendik'de feribottan iniyorum haydi hep beraber tribe" dedi. paniğe kapalıp telefonu kapadım sonra iki dakika düşünüp geçerken beni de alın geliyorum hööyt dedim. yarı bilinçli olarak yatağın üstündeki kıyafetleri giyip, asansör aynasında gözüme kalem çektim. ve yaklaşık bir saat sonra altta gördüğünüz yerdeydim.



sağımda gördüğünüz kişi fatidir. neyse bir süre sonra o kadar zamandır görmediğim o kadar sevdiğim o kadar insanın içinde olunca bir kafam karıştı herkese sıra sıra sarılmaya başladım. bu fotoda eksik olan iki kişi olan unka ve alkan da bir süre sonra aramıza katıldı. ve şuraya geçtik

ve gecenin geri kalanında tam olarak yukarda görülen salak surat ifadesi ile dolaştım. bir ara kadıköyün bir ara sokağından iskeleye böyle kocaman kocaman bir grup olarak efendim sanki okuldan kaçtığımız günlerdeki gibi yüksek sesli kahkahalar atarak iniyorduk. gecenin sonunda en sağda görmüş olduğunuz unkacımı kandırıp eve attım, annem sabah 3.30 gibi bizi kapıda karşılayıp unkaya babamın pijamalarından verip, üstümüzü örtüp yatırdı.

öyle böyle güzel bir gece değildi, süperdi. yine tüm lise ve üniversite anıları döküldü ortalığa. aynı şeyleri yüzüncü kez anlatıp, yüzüncü kez aynı keyifle güldük. yalnız arada bir artık pek kocaman olduğumuzu kendimize anımsattık. kuşinin de kulakları çınlattık ve ben her zamanki gibi herkezi önümüzdeki hafta arayacağıma söz verdim, onlarda inanmış gibi yaptılar çok şahane insanlar. hepsini de çok seviyorum, ayrıca fati hadi gel hemen.

Friday, December 08, 2006

friday am i in love?

çok ideal bir cuma gecesi. sabah gözümü açtığım anda bütün günün mutsuz geçeceğini biliyordum. herşey tam da beklediğim gibi oldu. ne yapıyorsun sorularına verdiğim hiiiiç yanıtı çok yerli yerindeydi. e napıcaksın peki: yine hiiiç. evet hiç bişi yapmak istemiyorum sadece durmak istiyorum. öyle boş boş anlamsız. yine de bir iki heykel denemem oldu gün içinde. o kadar çirkin oldular ki daha da mutsuz oldum. çeviriler bir yandan baktı bana bütün gün. şu an yanımda yarım yamalak gargoyle denemeleri var. korkunç değil komik oldular. ama o kadar elim gitmiyorki yüzleriyle uğraşmaya sanırım hepsini bozucam. bir ara baştan yaparım belki.

bu arada kitap bitti kahramanımız öldü. bu aşık olduğum bilmem kaçıncı ölen roman kahramanı. keşke bunların gerçeklerinden de olsa. keşke herhangi birşey yapmak için bir neden olsa. öf

Monday, December 04, 2006

free fall

bu başlığı daha önce attım mı acaba. çok seviyorum bu iki kelimeyi ondan orda burda kullanıyorum hep. hayatında hiç free fall yaptın mı deseler, açık açık yemez yapamam derim. başım filan döner benim yapamam öyle şeyler. mesela sanırım şu lunapark atraksiyonlarına katılmaya da teşebbüs edemem. efendim iç kulağında basınç dengesizliği olan ben (evet unka geçen gün de söyledi defolusun sen geri göndericem seni baştan yapsınlar diye) motordan, trenden inince de hemen yürümeye başlayamıyorum. Beyinsel dengesizliğime eşlik eden fiziksel dengesizliğim sayesine tam anlamıyla dengesiz bir insan oluyorum böylece.

küçüklüğümde ahtapot isimli şahene iç bulandırıcı lunapark aletine binmiş, üstüne buna benzer beş tane başka şeye binmiş, tüm bunları kendi başıma yapmak için çok küçük olduğumdan yanımda annemi de sürüklemiştim. akabinde müsait bir köşede kusmuş, eve gidene kadar her çöp tekenesine bir çıtmık kusmuk bırakmıştım. annemin durumu daha feciydi. orta yaştaki bir kadın olarak tansiyonu fırlamış, beyin kanamasının köşesinden dönmüştü.

zaten benim Türkiyenin her bir köseşsinde kusmuşluğum da var. Yine çok yıllar önce , ben ilkokuldayken, ailecek tatil yapıldığı zamanlarda karadeniz gezisine gitmiştik. benzin almak için durduğumuzda hedef kitlesi daha çok kamyoncular olan bir lokantada karnıyarık yicem diye tutturmuştum. tüm aile yeme kızım bak hasta olucaksın dese de dinlemedim. sonra o zamanlar çeşmesinden çikolaya akan sagra'lar pek meşhurdu. ordan aldığımız bir kavanoz çikolatayı ve daha sonra yolda görüp aldırdığım 100 gram yeşil eriği de büyük bir keyifle yedim.

gece yatarken annem gece 3'te kusarak uyanacağımı tahmin ettiğinden tetikte uyumuş. ve evet ben bütün geceyi banyoda geçirdim. sabah da atatürk'ün evini gezecektik, yolda ben altıma kaçırmiim diye bir bebek bezi tadında tüm popomu kaplayan bir ped desteğiyle yola çıktık. atatürkün evinin balkonuna, çöp kutusuna ve bahçesine kustum. en son babamın kucağında beni dışardaki çöp kutusuna yetiştirmeye çalıştığını anımsıyorum. ancak ülker çubuk kraker yiyerek sakinleştim o gün. hala da her fırsatta çubuk kraker yerim. ama eti olanı yeteri kadar iyi değil. bu yüzden yeşil sermayeye çbuk krakerlerimle hizmet ediyorum. yine de yaşasın çubuk kraker